Cemaat Azerbaycan’da Ne Yapıyor?

 

2013 Mayıs ayı sonu.

Yer; Bakü.

Bir toplantı var.

Katılımcılar Amerikan Kongresinden senatörler.

İsimleri mi?

Buyrun;

Ronald Young Maryland, Bölge 3

Devlet Delege Tawanna Gaines Maryland Bölge 22

Rida Cabanilla Hawaii, İlçe 41

Mark Takai, Hawaii, İlçe 33,

Senatör ve Başkan Pro Tem, Mary Kay Papen, New Mexico

Rep Nora Espinoza New Mexico Bölge 59

Cumhuriyeti Jim Bridenstine Oklahoma

Rep Ted Poe, Texas

Rep Gregory Meeks, New York

Sheila Jackson Lee, Texas

Mark Martin Arkansas Sekreteri

Rep Yvette Clarke (D) New York

Eski Senatör Richard Lugar, İndiana

Eski New Mexico Valisi Bill Richardson

Eski Temsilciler Meclisi John Sullivan, Oklohama

Russ Carnahan , Missouri

Dan Burton, İndiana

Michael MacMahon, New York

Mark White, Memphis

Senatör Stacey Campfield, Knoxville

Senatör Brian Kelsey, Germantown

Vance Dennis

Roger Kane

Antonio Parkinson

Tennessee Emniyet Komiseri Bill Gibson

Tennessee Emniyet Komiseri Yardımcısı David Purkey

Bunlar katılımcı 300 kişiden sadece bilinenleri. Amerikan kongresinden delegasyon seviyesinde ve senatör seviyesinde katılımlar oldu. Peki bunda anormal olan bir şey var mı?

Var!

Toplantıyı düzenleyen kim?

İşte anormal olan bu sorunun cevabı : Cemaatin ABD’deki Turkuaz Konsili!

Toplantı konusu ne?

ABD ve Azerbaycan’ın stratejik birlikteliği! Enerji başlıklı oturumlarla işlendi bu birliktelik!

Image

Kaynak : http://turkicamericanalliance.org/baku-hosts-azerbaijan-us-vision-for-future-convention/

 

Türkiye’de tam da gezi olaylarının başlamasından hemen önce bu toplantı gerçekleşiyor!

Bakın Ted Poe Beyaz Saraya seyahat katılım belgesini ibraz etmiş

Image 

 

Belgede açıkca görülen Turkuaz Konsil ifadesi sanırım her şeyi açıklıyor.

Bu konferansın gerçekleşmesi için ABD’li katılımcılara para ödeniyor.

Konferansın maliyeti 1,5 Milyon $!

Cemaat bu kadar parayı ABD çıkarları için döküyor!

Ve ABD’ye de Kemal Öksüz üzerinden garanti veriyor!

Neyin garantisini ‘ajanlık veya lobi faaliyeti gerçekleştirmeyeceğinin‘ garantisini!

İşte belgesi :

 Image

 

Bu belge Turkuaz Konsil’e ait IRS 990 formunun bir kısmı!

Kemal Öksüz aracılığı ile cemaat ABD’ye garanti veriyor!

Burada da bir belge daha sunuyorum senato üyelerini Azerbaycan’a götürüp Türkiye’nin enerji politikalarına karşı ABD lobisi yaptıran cemaatin toplantısına katılan Jim Bridenstine‘nin ibraz ettiği belge.

 Image 

Azerbaycan’daki toplantıda ABD’nin enerji yolu üzerine giriştiği çıkar teorileri ortalıkta konuşulurken bir yandan da Türkiye’deki Gezi olayları izlendi.

Turkuaz konsül’in kendi sitesinde de bu konferanstan sonra gerçekleşen başka bir Azerbaycan oturumu görülüyor.

Ne var ki cemaatin Azerbaycan’a sızması bu toplantıların yanı sıra okulları üzerinden giriştiği siyasi faaliyetlerle de gerçekleşiyor.

Ne tesadüf ki Azerbaycan’da cemaat etkin hale gelirken İsrail’le olan Azerbaycan ilişkileri de nükleer enerji alış verişi üzerinde yoğun hale geliyordu.

Tüm bunlar olurken İsrail İran’a karşı nükleer yakın tehdit inşa sürecini askeri olarak da Azerbaycan’a taşıdı. Cemaatin Azerbaycan’da ilerlemesini sağlayan ve Aliyev ailesinin yakın çevresinden olan bakan Elmar Mamadyarov Nisan 2013^te İsrail’e gitti. Azerbaycan ve İsrail arasında bir bağlaşıklık imzalandı.

Bağlaşıklık İran’a karşı idi. Ama aynı anda ABD’nin Hazar enerji havzasına yönelikti.

İşte bu ayrımda da cemaat görevini konferansla yerine getirdi.

İsrail ile Azerbaycan askeri anlaşmalar da imzaladı.

Aşağıda bunlara bir iki örnek göreceksiniz.

 Image

Kaynak :http://www.jpost.com/Defense/Israel-planning-strike-on-Iran-from-Azerbaijan

 Image

Kaynak : http://www.globalpost.com/dispatch/news/regions/middle-east/121101/israeli-iran-azerbaijan-nuclear

 

Tüm bunlar olurken cemaat Azerbaycan’da enerji sektörü içine de farklı yollarla sızdı.

SOCAR ile okul anlaşması yapıyor ve ortak okul açma işine giriyorlardı. Zaten 2008 yılında da Aliağa’dan bir heyet ile SOCAR ziyaret edilmişti ve cemaatin Azerbaycan’daki okulları Çağ eğitim kurumları bununla çok ilgilenmişti.

Image

O kadar ki Çağ eğitim eski müdürü Enver Özeren PETKİM ile ilgileniyor ve bir yandan da Azerbaycan’daki oluşumu kontrol ediyordu. Bu sırada ise Süleyman Müftügil‘in “üçüncü şahıların çıkarına kurulmuş ve kendisinin 0 (sıfır) sermaye koyduğu firması” da Kazakistan’daki zorluklarına rağmen Azerbaycan’da boy gösteriyordu.

Peki bunların sonunda ne oldu?

Azerbaycan’da asker kökenli Aliyev ve komutanları İslam karşıtı hareketlerine hız verdiler!

Başörtüsü yasaklandı!

Image

Ses kaydında tebrik etmeye gidecekleri Azeri komutan ise daha Aralık ayında tekrar sertleştirilen İslam karşıtı kararlara imza atan biri. Bu kararları protesto eden Müslümanlara yüzyıllarca hapis verilen Azerbaycan’ın sömürgecilerinden!

Cemaat Azerbaycan’da ikili bir strateji izliyor uzun yıllardır.

İlki, ABD ve İsrail çıkarları için organizasyonlar gerçekleştirmek

İkincisi, İslam’ı özünden ayırıp Batının istediği düzleme sokma girişimlerini pratiğe dökmek

Bunları uygularken de maddi çıkar elde etmek ve Türkiye’nin enerji yolları savaşında Türkiye’yi bedava bir geçiş yolu olarak gören ülkelere yardımcı olmak! Mesela Azerbaycan’a gaz hattında Gürcistan’ı adres göstermek gibi!

Ve dahaları..

Cemaatin Azerbaycan’ın kurmay subayları ile olan ilişkisi tamamen bir İslam ve Türkiye düşmanlığı üzerine kurulu ortaklıktır. Hatırlarsanız Mavi Marmara olayından sonra Azerbaycan İsrail ile olan ilişkilerinin değişmeyeceğini açıklamıştı.

Çünkü onlara göre de otorite İsrail ve ABD, yoksa neden partilerinin lansman toplantısını İsrail’de yapsınlar ve İsrail Meclisi Azerbaycan bağımsızlık gününü kutlasın veya Washington’da Turkuaz Konsil, İsrail yetkilileri ve Azerbaycan elçisi neden bir araya gelip ‘bölgeyi’ konuşsun ki…

Yoldaş TÜSİAD ve Paralel Anarşizmin Münafıkları

Son bir iki haftadır ortalıktaki ekonomik fantezileri izleyip kimin ne dediğini masaya yatırınca çok garip şeyler karşımıza çıkıyor.

Bu süreçteki siyasal mülahazalara bakınca daha büyük gariplikler görüyoruz.

Dün yapılan TÜSİAD toplantısından gelen açıklamalar da bu garabete tuz biber oldu adeta. Muharrem Yılmaz Türkiye tükeniyor, dedi. Böyle bir ülkeye yabancı sermaye gelmez diye de ekledi.

Başbakan da gerekli cevabı verdi : Siz getirmediniz zaten!

Ne “tesadüf” ise artık, biz bunları 28 Şubat’ın TÜSİAD’ından da dinlemiştik.

Peki TÜSİAD kimin değirmenine su taşıyor?

Kime taşıdığı belli.

Nasıl taşıdığı ise çok manidar.

Yanı sıra bu ortamı siyasal olarak gerginleştirmeye çalışan cemaat medyasının koca koca profesör ve çok bilen yazarlarının siyasal kavramlarda geldikleri “paralel” nokta dikkat çekici!

Önce stratejisi için ilginç bir taktik izleyen sermayeye bakalım.

 

Marksist(!) Sermayenin Ekonomi-Politiği

Okuyanlar bilir, marksist literatürde bol bol kapitalizmin krizleri ifadesi geçer. Bu ifade marksist tekkenin ikinci babası olan Lenin’e taktiksel bir fikir vermiştir. Bu fikre göre devrimin gerçekleşmesi için kapitalizm krize itilmelidir. Zaten bu krizden sonra yaşamlarını sürdürmekte zorlanan kitleler vaat edilecek olan sosyalizme evet diyecektir. Bu taktik son günlerde ülkemizde uygulanıyor.

Lakin uygulayan sınıfta bir “terslik” var!

Dolar, faiz çığırtkanlıkları ile ekonomik kriz söylencelerini zorlayanlar sermayedarlar!

Bu sermaye yapıları çok uluslu şirketlerin Türkiye distribütörü olmakla ve geçmişte devletten kayırılmış birkaç KİT’in işletmeciliğini yapmakla malul.

Kasaları itibari ile sermaye olarak adlandırılsalar da aslında tamamen “küçük burjuva” buldumculuğundan ibaretler.

Bulunduğu ara form nedeniyle “nabza göre şerbet vermekte usta” olan küçük burjuvaların tüm özellikleri mevcut bizim sermayedarlarımızda. Duruma göre pozisyon alıp durmadan “yeni tercihlerde” bulunuyorlar.

Bugünkü tercihi tetikleyen 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının daha ilk yansımaları neydi?

Faizler yükselir, dolar fırlar, sermaye kaçar şeklinde “ekonomik felaket listesi” şeklindeydi.

Faiz direnci gösterildi. Ancak piyasa neye dayandığı belli olmayan “psikoloji” ile yüzdeleri biraz yukarı çekmeyi başardı. Bu sırada da faiz yükseltmeyen Merkez Bankası kıyasıya eleştirildi.

Ne dediler eleştirirken? Merkez Bankası bağımsızlığını yitirdi, dediler.

Neo-liberal saçmalıklar basit sorularla alaşağı edilebiliyor. Merkez Bankası konusunda “para psikiyatristi” buldumcuk sermayeye soralım : Merkez Bankası makro ekonomik ilerleme formunu neye göre belirler? Başına buyruk mudur? Yoksa beş yıllık veya daha uzun vadede hükümetlerin planlarına göre mi? Ya da şöyle soralım: Koalisyon hükümetleri zamanında tamtakır olan Merkez Bankası rezervleri şimdi o bağımsızlıkla mı dolu yoksa hükümetin ekonomi politikası ile mi?

Cevap belli : Hükümetin izlediği ekonomi politikası ile!

O zaman faizi yükseltmek piyasa endeksi ile oynayıp kasalarındaki dolara prim yaptırmak isteyen bu küçük burjuva sermayedarları neyin bağımsızlığından konuşuyor!

Dertleri Merkez Bankasının durumu filan değil! Dertleri 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin pusu altında ekonomik bir operasyon yapmak! Bunu cemaatin kanatları altında yapmak dertleri!

Niyetleri ekonomik kriz varmış gibi gösterip hükümeti sıkıştırmak. Ardından da eski Türkiye’de yaptıkları gibi istedikleri zaman faiz yükselttirip kur ile işlerine geldiği gibi oynamak.

Bu niyetlerine hükümetten cevap alamayınca da perşembe günü olduğu gibi hemen toplanıp yaygaraya başladılar.

Lenin’in bahsettiği “önce krize sok sonra iktidarı al” taktiği ile hareket eden marksist sermayemiz de oldu sonunda.

Cemaat sağolsun.

 

 

Anarşizmin Münafıkları : Cemaat aklının iflası!

Her geçen gün daha da açığa çıkan yargı vesayeti ile tüm komploları açığa çıkan cemaat ve cemaatin yazarları artık “paralel evren kavramları” ile yazar çizer oldu.

Yargı bağımsızlığı naraları tarafsızlık ilkesinin ihlali ile masala dönen cemaat yazarları meclise gelen yasa değişikliğine karşı çok saçma bir kavram icat ettiler.

Vesayetçilikleri tarihen kayıtlı olan cemaat yazarları “tamam biz yargı vesayetini savunuyoruz ama siz de sivil vesayetçisiniz” mealinden konuşmaya başladılar.

Bu saçma kavramdan yola çıkarak hükümet tek başına karar alıp uygulayamaz tezini geliştirdiler.

Yüzde elli ile tek başına iktidar olmuş hükümete karşı bunu diyerek bir açık daha vermiş oldular!

Hükümet tek başına yasa filan çıkaramazmış, neden? Sivil vesayet olurmuş. Sevsinler!

Ama ilginç olan ise üniversitesi, o üniversitedeki profesörlerin ve dahi birçok “solcu entelektüellerin” de desteğini alan cemaat medyasının allamelerinin düştüğü sivil vesayet saçmalığı!

Vesayet ile sivil sözcüğünün erkler bünyesinde bir ritmi yok!

Vesayetin nevi örneklerinden sanırım en resmi olanı 1907 Sömürgecilik Konferansında alınan kararlardır. Bu kararlara göre dominyon olarak adlandırılan sömürgeler “yasal özerklikleri ve dış işlerini de kendileri yönetmekle birlikte Büyük Britanya’yı hükümdar olarak kabul eden” ülkelerdi. Bu ülkelerde seçimle iktidara gelen hükümetler, kendine ait mali ve idari kurumları vardı. Ancak bu ülkelerin asıl sahibi Büyük Britanya idi. Yani vesayet denilen şeyin tarihi durumunda bir sivillik yok.

Başka bir açıdan bakacak olursak bu ülkede yıllarca meşum kemalist kafa ordu hükümetlerin kontrolü altına alınamaz şeklinde masallar anlattı. Böylece “belirli görev ayrıcalıklarına sahip olan atanmış memurlar” bir kutsama ile tüm erklere egemen edildi. Aynı kemalist kafalar ülkenin demoratikleşmesini fransız aydınlardan alıntılanan “yönetici bir sınıf ve siyasal bir elite” bağladı. Bunda da sivil bir “genişlik” yok. Tersine “yönetici sınıf ve siyasal elit” var! Vesayet aritmetiği de buydu işte : Yönetici sınıf askerler, siyasal elit İstanbul sermayesi ve kemalistler ve arkalarında büyük biraderleri Batı!

Hiç değilse sözlük anlamlarına baksalardı bu sayın profesörler “cemaat vesayetine girip bilimsel gözlüklerini çıkarmasalardı” görürlerdi vesayetin ne demek olduğunu!

Vesayet denilen şeyde egemenlik perde arkasındaki bir bireye,güce bağlıdır. Çıkar söz konusudur.

Şu anki durumda ise perde arkasında kimse yok, perde yok. Apaçık, ortada ve size hodri meydan diyen koskoca millet var!

Hadi buna evet diyelim, tamam diyelim. Sivil vesayet dediğiniz – her ne ise o – şey var diyelim. Sonuç?

Bu sorunun cevabı cemaatin sayın profesörlerinin laf salatası olacaktır, emin olun!

Şu şöyle olmalı, bu böyle yapılmalı, hükümet şunu böyle yapmalı diyerek bir sürü kavramla daha rezil hale geleceklerdir.

Ben size söyleyeyim sonuç ne olur :“her türlü vesayeti reddediyorum”, “bu tam anlamıyla totaliterlik, diktatörlük” diyerek kitlesel ortak aklı, yönetişim mantığını ve demokratik seçimleri bile vesayet olarak gören bu mantığın sonu anarşizmdir!

Kendilerini AB taraftarı çağdaş ve liberal olarak sunan bu şureka hemen itiraz edecektir! Bunu da paralel anarşistliklerine vererek şunu eklemek istiyorum : cemaatin profesör ve yazarları siz narsizme tutulmuş Nietzsche’nin agorizme batmış münafıklarısınız!

Yani orada – anarşizmde bile – istikamet üzere değilsiniz!

Gülen Örgütünün Yahudi Taşeronluğu 2

Bir önceki yazımızda Gülen örgütünün “Yahudi lobi faaliyetleri çerçevesinde aldığı ‘hibeler’den” bahsemiştik.  Bu hibeler çeşitli vakıflardan akıtıldı Gülen örgütüne. ABD’deki  Harmony ve Cosmos Vakfı üzerinden akıtılan bu para “okul projesi” olarak gölgelendi.

Ancak gerçek “proje” ne idi?

Her fırsatta Türkiye aleyhine çalışan devlet ve kurumlarla işbirliği yapmayı kendine ilke edinmiş olan Gülen örgütünün bu paraları alınca geliştirdiği refleksleri ortaya koyacağız. Ancak bundan da önce sahte bir okul projesi ile gölgelenen bu “Yahudi hibeleri”nin aslında nasıl örgüte aktarıldığını ifade edeceğiz.

ABD’de Gülen örgütünün vakıflarından biri olan Harmony/Cosmos Vakfı’nın 2006’de aldığı 10 Milyon $’lık yardım Dell Vakfı tarafından kabul edilirken Harmony/Cosmos Vakfı bu bağışı Revenue Form 990’da belirtmiyor.

Bu form vakıfların şeffaflığını sağlamak amacı ile gelirlerini ve projelendirilmiş olan harcamalarını gösteriyor. Harmony/Cosmos Vakfı’nın bu belgesindeki PART IV A bölümünde Diğer Vakıfların Bağış ve Hibelerini belirttiği Destek Programı başlığı altındaki bölümünde Dell Vakfı’nın hibesi yok.

Ancak enteresan olan sadece Dell Vakfı’nın olmaması değil!

Aynı sözde okul projesi için bağışta bulunan Gates Vakfı’nın da bağışı bu belgede yer almıyor. Oysa Gates Vakfı da Dell Vakfı da bu sözde okul projesi için yaptıkları “hibeleri” açıkça ve miktarları ile belirtiyor.

Önce Gülen örgütünün paravan vakıflarından Harmony/Cosmos Vakfının 2006 yılında beyanda bulunduğu Department Of The Treasury İnternal Revenue Service Form 990 (Hazine Departmanı İç Gelirler Servisi Form 990) belgesine bakalım ve sonra Dell ve Gates vakıflarının basın odalarından birkaç örnek sunalım.

Image

Bu belge ABD Hazine Departmanı İç Gelirler Servisine aittir.

Harmony/Cosmos Vakfının 2006 yılındaki proje bazlı gelir ve giderlerini tek genel kalem usulü ile beyan ettiği formdur. Gelirlerle ilgili olarak bu formun bu sayfasında toplam gelirler 30.471.540 $ olarak belirtilmiş. Devlet katkısı olarak alınan para 30.195.060 $. Tamamı nakit.

Yukarıda belirttiğimiz gibi aynı belgenin 4. Sayfasında bulunan PART IV A bölümünde Diğer Vakıfların Bağış ve Hibelerini belirttiği Destek Programı başlığı bölümünde hiçbir destek görünmemekte!

Image

O yıl destek almamış olabilirler mi?

Gelin o zaman bu beyan formunun başındaki yıl açılış miktarı neymiş bir bakalım!

 Image

Belgede de görüldüğü gibi sene açılışı ile sene sonu arasında büyük bir fark var. Ancak asıl dikkat çeken yer 49 maddede geçen Hibe bölümünün boş olması! Peki hibe bölümü gerçekten boş mu olmalıydı?

Dell Vakfı’na bakalım!

Image

Sitesindeki basın bülteninde Michael & Susan Dell Vakfı Gülen örgütünün Harmony/Cosmos Vakıfları aracılığı ile bu sözde okul projesine 9.000.000 $ hibe ettiğini açıklıyor! Ancak F990 belgesinde hibeler bölümü boş!

Michael & Susan Dell Vakfı’nın açıklamasındaki rakamlar da oldukça ilginç!

71.000.000 $ özel girişi ve kamu-özel katkısı ile tam 261.000.000 $ tutara sahip bir Teksas Yüksek Okul projesinden bahsediyor!

Daha ilk belgeden kötü kokular yayılmaya başladı!

Bakalım bu okul gereksinimleri için Gülen örgütünün vakıfları “ihaleleri kime okutmuş”?

Bundan önce örgütün vakıflarının diğer ABD Hazine Departmanı İç Gelirler Servisi belgelerinden seri örnekler verelim.

Daha sonra da yine bu belgelerden yola çıkarak “paraların aslında okul projesi için değil, daha başka bir proje için aktarıldığını ve bu  vakıfların da bu aktarma işlemini nasıl gerçekleştirdiğine” bakalım!

Image

Gülen örgütünün Harmony/Cosmos vakıflarından Harmony vakfına ait ABD Hazine Departmanı İç Gelirler Servisi formu. Bakalım bu formda “diğer vakıflardan gelirler, hibe ve alacaklar bölümünde” bir hibe bağış görünüyor mu?

Image

Burada da bir bağış görünmüyor!

Ancak Harmony grubunun sitesi “kendisini ihbar eder şekilde bu vakıfların yardımlarından” bahsediyor!

Image

Bunun yanı sıra Dr. P. Williams da aile güvenliği konulu sitesinde benzer durumları değerlendiriyor. Dr. Williams sadece Gates Vakfı’nın hibesi için 10.550.000 $’dan bahsediyor. Cosmos Vakfı’nın ise toplamda 41.570.721 $ bir hibeye eriştiğini söylüyor.

Image

Belgelere baktığımızda ise proje bazlı ödemelerin bahsi geçen rakamların ne kadarına tekabül ettiğini göreceksiniz! Ama daha önce Gates Vakfı’nın bu projeye olan “kıyağını” göstermeliyiz! Yoksa dönen oyunlar anlaşılmaz!

Image

Yanlış görmediniz! 130 Milyon $!

Şimdi formlarda belirtilen ödemelere ve bu sözde okul projesinde ihale alan firmalara bakalım! Sonra ise bu firmaları aslında daha önce nerede ve nasıl size yazdığımızı gösterelim. Ama önce belgeler!

Image

2006 yılına ait olan ve proje bazlı giderler cetvelinde kontratlı şekilde hizmet veren kurumlara yapılan ödemeler bu şekilde bildirilmiş! Burada ödenen miktar 5 Milyon $ civarında! Sadece ABD hükümetinden 2006 yılında alınan katkı ise 30 Milyon $ civarında idi.

Şimdiden 25 Milyon $ “bir yerlere bir amaç için aktı!”

2006 ve 2007 yıllarında Gülen Örgütü Gates Vakfı ve Michael & Susan Dell Vakıflarından yaklaşık olarak 180 Milyon $ hibe aldı!

Kamu ve özel sektör proje girişimi ile yaklaşık olarak aynı miktarı ABD hükümetinden de alan örgüt ise ABD Hazine Departmanı İç Gelirler Servisi formlarında bunları tam olarak belirtmedi. Ancak hakkında bunlara ve okullar içinde dönen bazı vergi kaçırma olaylarına yapılan tüm FBI soruşturmaları “söndü”!

Bunu ilk yazımızda detaylıca aktarmıştık.

İki yılda ortalama 300 Milyon $’lık bir hibeyi alan örgüt Teksas’taki okul yatırımı için yaklaşık 5 milyon $ ödeme yaptı. Kayıtlar dışındaki “emlak alımları” ile bu ödeme yaklaşık 40 Milyon $ civarında oldu. Ancak emlak alımları dışındaki ödemeler de örgütün cebine gitti.

Gülen örgütü Yahudi lobicilerden aldığı paraları Türkiye ve Orta Asya’da ve son dönemde de Afrika’daki operasyonlarda finansman olarak kullandı.

Daha önceki yazılarımızda yayınladığımız rüşvet listelerinden Teksas bölgesine ait olana bakılınca Cosmos ve Harmony Vakıf yöneticilerinin o listelerde çokca yer aldığını göreceksiniz.

Vakıf yöneticilerinin dışında da ihale alan şirketlerin sahiplerinin isimleri gözünüze çarpacak!

İnci Akpınar, Yunus Dogan, Ömer Baday, Ünal Cevak, Osman Özkan, Yalçın Karadağ, Kemal Öksüz, Osman Özgüç, Süleyman Limon, Atilla Tuna gibi isimler sözde okul projesinden ihale alan “abiler”!

Trafalgar Apartments, Target Design and Management LLC, Raindrop Found, Riverwalk İnvestments LLC , Karadağ Law Firm, Ege Construction, Atlas Texas Food, Atlas Texas Construction gibi şirketler Gülen örgütünün ABD’deki paravan şirketlerinden bazıları.

Yahudi lobicilerin okul projesi üzerinden aktardığı paralar proje ihaleleri bu şirketlere verilerek ana kasaya ve oradan da operasyon bölgelerine iletiliyor!

İleride yayınlayacağımız belgelerin tam metinlerde, çok büyük belgeler olduğu için tek tek sıra ile yayınlanacak metinlerde, göreceğiniz gibi bu süreçteki bağışlar küçük meblağlar!

Harmony/Cosmos vakfı 2010 yılında yaklaşık 400 Milyon $’lık tahvil sürümü yaptı. Bunun yanı sıra ABD’nin en büyük Charter okul ağı ile en büyük hükümet desteğini alan grubu. Tam da o seneden itibaren neler oldu?

Bakın ki enteresanlığa bu gelişmelerle birlikte İsrail’in faşist üniversitelerinin kürsüleri Güleni övmeye başladı!

Bunu daha önce vermiştik!

Ama şimdi başka bir örnek vereceğiz!

Image

Ohef Şalom Tapınağı Rabbini, Yahudi din adamı Forman Gülen örgütü liderini savunuyor!

Kime karşı?

Burası daha da enteresan : Soner Çağaptay denilen yeminli İslam düşmanı Ergenekoncu’ya karşı!

Bir anda böylesi bir değişim nasıl oldu?

Forman gibi ABD yahudilerinin ve Yahudi lobisinin etkili bir ismi neden Ergenekonun ABD elçiliğini yapan Çağaptay’ın karşısına Gülen için çıktı?

Çünkü ABD ve İsrail tetikçisini değiştirdi!

Uzun zamandır yatırım yaptığı, yetiştirdiği Gülen örgütü artık yeni tetikçisi idi!

Peki bu yeni tetikçi Türkiye’de giriştiği operasyonun dışında Türkiye’nin hassas çeperlerinde ne gibi operasyonlar yapıyordu ABD ve İsrail adına?

ABD, İngiltere ve İsrail’in İslama karşı İslam projesi için her yıl milyonlarca dolar döktüğü bu tetikçi Kuzey Irak’ta ve Azerbaycan’da neler yapıyor? Bu tetikçinin kalemşörleri Ermeni gazetelerine hangi mülakatları verdi? Çözüm sürecinden rahatsız olan Kürt grupların gazetelerine neler söylediler?

Azerbaycan’da hem Türkiye hem Rusya karşıtı İsrail lobisi adına nasıl çalıştılar ve ABD ve İngiltere’ye Hazar enerji yolunu açtılar? İsrail için Azerbaycan’da yürüttükleri çalışma ile kimi markaja aldılar?

Bir dahaki yazıda….

NOT1 : Daha önce yayınladığımız rüşvet listesinde yukarıda sayılan isimleri bulabilirsiniz. Teksas – Houston listesine bakabilirsiniz.

NOT 2 : Gülen örgütünün para aklama, para transferi, Amerika kökenli görünen ve operasyonel olarak kullanılan şirketleri ve yöneticilerinin listesi birkaç gün içinde yayımlanacaktır!

Gülen Company (CİA Cemaati) ve Yahudi Taşeronluğu!

Son zamanlarda pek çok şey ayyuka çıkıyor. Pek çok şarlatanın maskesi düşüyor ve ilişki ağları görünür hale geliyor. Türkiye’ye saldıran Troyka’nın içerdeki tetikçisi “paralel cemaat/devlet” deşifre oluyor! Hem de bütün ilişkileri ile!

Kendisini ABD’de ikametli bir vaizin etrafında toplananlar olarak tanımlayan ve yıllardır İslam’ı sömüren ve “İslama karşı İslam projesinin” Türkiye ayağı olan Gülen Company/örgütünün bir ilişki ağı daha yakında tüm çıplaklığı ile ortaya çıkacak!

Yahudi asıllı olduğu herkesçe aşikar olan Microsoft’un sahibi Bill Gates’in “Yahudi lobi faaliyetleri ve misyonerlik faaliyetleri” gereği dağıttığı bağışlardan en büyük payı nasıl aldı Gülen Company?

Almadık diyorlarsa şimdilik belgenin giriş bölümünü yayınlıyorum.

Tamamını ve ayrıntılı detayını Pazar günü sizlerle paylaşacağım!

Ve Gülen Company’nin İsrail’de merkezi bulunan Bar Ilan Üniversitesi ile olan çapraz ilişkilerini bu bağışlar bağlamında deşifre edeceğiz! Böylece Türkiye’ye açılan Yahudi lobisindeki cemaat taşeronluğu daha da açığa çıkacak!

İşte 2007’de “lobi faaliyetleri çerçevesinde Gates Vakfından Gülen Company/örgütünün aldığı 10.550.000 $’lık para belgesinin girişi”!

Görsel

Bu belgenin tamamı ve daha önce bahsettiğimiz “parçalı yapının burada da nasıl tek merkeze akan bir özellik” gösterdiğinin deşifresi Pazar günü yapılacak!

Ama bitmedi!

    Gülen Company/örgütü 2010 yılında yine bu lobi yardımı kapsamında tam 41.570.721 $ daha aldı Gates Vakfından!

    İşte o belgenin de giriş kısmı!

    Görsel

     Gülen Company’nin 2010 yılından sonra Türkiye karşıtı geliştirdiği refleksleri düşünün şimdilik ve Pazar gününü bekleyin!

Ve bu terör-ihanet-ajanlık örgütü olan Gülen Company/örgütüne karşılık Müminler Allah’ın şu ayetini unutmayın :

“EY İNANANLAR!

MÜMİNLERİ BIRAKIP DA KÂFİRLERİ DOST EDİNMEYİN!”

(NİSÂ: 144)

Gülen Company (CIA Cemaati)’nin Küresel Ağı ve Türkiye 1. Bölüm

                (Yazımız kaynaklarımızın güvenliği nedeni ile yeniden kaleme alınmıştır. Verilen bilgilerde bir değişiklik olmamasına rağmen direk ifade alıntıları ve bazı veriler yazıdan çekilmiştir.)

 

GİRİŞ :

Son süreçte yaşanan olaylar artık herkesin malumu bir şeyi ortaya koydu : Gülen Company adını verdiğimiz suç ve ajanlık örgütünün ilişkileri su yüzüne çıktı!

Bu çıkışın en açık olanı ise dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın mensupları ile olan buluşmasında Cumhurbaşkanına gönderilen mektuptan bahsetmesi idi.

Gülen company örgütü lideri Gülen tarafından kaleme alınan “sulh” mektubu Gülen company’nin paralel devlet olarak cephe aldığını itiraf ediyordu. Öte yandan da Gülen company’nin kiminle “savaştığını” öğrenmiş olduk!

Zira “savaşmayan barışmaz!”

Bu itiraf ile kendisini ihbar eden Gülen company örgütünün ülkemizle savaştığı açığa çıkmasına rağmen bu suç ve ajanlık örgütünün “neden” ve “nasıl” ları cevaplanmadı.

Daha önce CIA ve İsrail ilişkilerini ortaya koyduğumuz Gülen company örgütü hakkındaki yazılarımız bazı çevrelerce zorlama/iddia olarak ele alınmış olsa da yaşanan süreçler geçmişteki yazılarımızı doğruladı.

Şimdi Gülen company denilen ajanlık örgütünün “kutu”larından bahsedeceğiz.

Karmaşık ve bireylere bağlı ve merkezsiz görünen bu pratiği bazı belirli noktalar üzerinden ifade edeceğiz.

 

***

Sözü fazla dolandırmadan Gülen Company’nin küresel ağına adım atmamızı sağlayan konuya girelim. 

Bu ağ adım adım Türkiye’ye gelen ve Türkiye’deki paralel örgütlenme ile aynı efendilere çalışan bir yapı teşkil ediyor.

Bilindiği kadarı ile Pensilvanya’dan yönetilen ancak bir merkezi de Tel Aviv’de olan Gülen örgütünün kara kutularından bahsedeceğiz.

Bu kara kutulardan biri hiç göz önünde bulunmayan medyada haber almayan ve bugüne kadar örgüt liderinin evini ziyaret edenlerin bile dikkatini çok çekmeyen biri : Ikram Ahmedov.

Gülen örgütü liderinin kişisel hizmetlerine bakan görüşmeleri sırasında ya odada Gülen ve görüşmecilerle olan ya da kapının hemen dışında bekleyen Ikram Ahmedov Özbek asıllı.

Gülen örgütüne yakın şakirtlerin müjdeli bir şekilde hizmete dahil olduğunu düşündükleri Ikram Ahmedov şu sıralarda bir dizi sorunla uğraşıyor.

ABD’de oturum verilmeyen Ahmedov birkaç ülkede Gülen örgütünce çeşitli vasıtalarla ABD’ye serbest giriş çıkış veya oturum izni alabilecek girişimlerde bulunsa da Ahmedov için bu “operasyon”lar başarısız oldu.

ABD konusunda ve birçok diğer konuda Gülen örgütünün çeşitli paravan ülkelerinden biri olan Kanada’da oturum talebinde bulunuldu Ikram Ahmedov için. Fakat başarılamadı.

Akla gelebilecek sorulardan biri olarak CIA ile çalışan bir örgütün liderinin kişisel hizmetçisi nasıl oluyor da ABD’den oturum alamıyor olabilir.

Fakat Gülen’in ABD yargısı ve FBI’ın bazı departmanlarınca başı dertte.

Hatırlayacağınız gibi önceki yazılarımızda FBI Ululsal Güvenlik Eski şefi Sibel Edmonds’tan ve onun Gülen company örgütü hakkında verdiği bilgilerden bahsetmiştik.

Edmonds’un yanısıra Gülen’in ABD oturum izni konusunda izlenen soruşturmadan ve daha sonradan eklenen davalardan dolayı yargı ile sorunları var. ABD yargı sistemi ise tek bir karar merci ile değil bir denetim mekanizması ile çalıştığı için Ikram Ahmedov ile ilgili durumda sıkıntı çekildi. Birkaç kere başvurulmasına rağmen red cevabı alındı.

En yakınında ve barışık sınır komşusunda yapılanma ile Ahmedov’a oturum alınmak istendi. Ancak orada da başarılı olamadılar.

Sonunda tüm risklere rağmen Ikram Ahmedov, her devlet mekanizmasına sızılan Türkiye’ye gönderildi.

Ahmedov hakkında edinilen bilgilere göre yaklaşık üç üç buçuk aydırTürkiye’de. Gülen örgütünün bürokratlarınca vatandaşlığa geçirilecek ve ABD  vatandaşlığı için gerekli  “varlığa ve statüye” eriştirilecek.

Peki Ikram ahmedov’u buraya taşıyan, bunları yazmamıza neden olan nedir?

Burada Ikram Ahmedov’un kendisinden kaynaklanan bir önemi olmamasına rağmen hizmet hareketi denen ihanet ve ajanlık hareketinde adı duyulmamış kutulardan biri olmasıdır.

Ahmedov, Gülen’in trafiğini bilen, gelen gidenleri ve görüşmelerini bilen kişilerden biri olarak biliniyor. Medyada boy göstermeyen, kalemi ile ihanet eden bilinen abilerden değil. Örgütün asıl belkemiğini oluşturan gölgelerdekilerden. Sorulduğunda hizmet hareketi denilen oluşum içinde boy göstermeyen ama belirli eşikleri tutanlardan.

Bu konu bize bir diğer durumu da açıklıyor arka planında. O da Gülen company örgütünün bazı girişimleri gerçekleştirmek için Türkiye’nin bürokratik yapısını, nihayetinde de devletini kullandığı!

Gülen company örgütü bu şekilde kendisine dünyada meşru bir arka plan sağlarken hem Türkiye’nin yönetiminde hem de Türkiye üzerinden bazı ülkelerin çeşitli erklerinde etkili olma amacında!

Buradan anlaşılması gereken ise Gülen company örgütünün “dağınık ve merkezsiz halde görünüp toplu bir hareket kabiliyetini gerçekleştirebilen bir yapılanma” olduğunu ve aslında gölgelerdeki elemanlarının önem arz ettiğidir. Medya , yargı ve emniyet abi/imamlarının ihanetleri zaten artık aşikar.

Gülen örgütünün sadece ABD  – İsrail ve Türkiye üçgeninde bir örgüt olmadığı ve küresel çapta çeşitli yabancı servislerle ve bazı durumlarda kendi yetenekleri ile “operasyon”lar gerçekleştirdiğine de ilerde değineceğiz.

Ancak küresel plana çıkış kapısında karşımıza gelen ve ülkemizdeki örgüt taraftarlarının şikayet ettiği bir duruma, Gülen örgütünün  fişleme çalışmasına değineceğiz.

Gülen örgütü o kadar etkili ki çeşitli yerlerdeki Türk kökenli toplulukları manipüle ederek Türkiye’yi temsilcileri üzerinden itibarsızlaştırma yoluna bile giriyor.

Bu konuda geçmişte yaşanan olaylardan birine Ikram Ahmedov’un izini sürerken rastlıyoruz.

Dışişleri bakanı Sayın Davutoğlu’nun bir ziyaretinde o ülkenin Türk kökenli vatandaşlarına yapılan manipülasyona rastlıyoruz. Bunun ardındaki gerçek ise çok daha şaşırtıcı. Cemaat bu manipülasyon ile sözümona Türkiye’yi  Sayın Davutoğlu üzerinden itibarsızlaştırmayı planlarken bir yanda da fişleme çalışması yaptığını öğrendik.

Davutoğlu’nun ziyareti öncesinde kendilerinden olsun olmasın bir mesaj bombardımanı ile insanları Davutoğlu’nun katılacağı törene gitmemelerini isteyen Gülen örgütü bunun temellendirmesini de yine Sayın Davutoğlu’na bağladı. Aynı tarihe başka bir etkinlik koyarak insanlara bakanın oraya geleceğini söyleyen ve diğer etkinliğe gitmemelerini bakanın beyanı olarak sundu örgütçüler. Ancak Davutoğlu’nun bu türden bir beyanı olmadığı ortaya çıktı.

Belirtilen olayda örgütün İmamı ve abileri mesaj organizasyonunu gerçekleştirdikten sonra Davutoğlu’nun etkinliğine gidip orada da “kontrol” yapmaktan çekinmedi.

Gidenler fişlendi.

Bakan ise gündeminde olan ziyaretleri yaptıktan sonra başka bir ülkeye geçti.

İmamlar ve abiler ise toplumsal baskı araçlarını oluşturdu ve işe koyuldu.

Gülen company denen suç ve ajanlık örgütünün çözülüşündeki ilk ipi buradan çekiyoruz.

İlerleyen günlerde Afrika, Kuzey Irak ve Türkiye yapılanmalarındaki kutuları ve görevlerini anlatmak üzere….

 

DUYURU

Gülen Compayn(CIA Cemaati)’ nin Küresel Ağı ve Türkiye 1.Bölüm yazımız akşam saatlerinde güncellenecektir. 

Bu nedenle yazımız bir süreliğine kaldırılmıştır. 

Kürtler neden sessiz? ( Ya Da BDP’nin Amerika ile İmtihanı! )

 

     Son günlerde oynanan uluslararası komplonun bir kolu da hiç kuşkusuz Kürtler

     Peki Kürtler ya da Kürtlerin temsilcisi olduğunu iddia eden BDP neden sessiz?

     Kürt Hareketi, ulusal bir mücadele olmasının verdiği “değişkenlik” ile geçmişte çok fazla “teknik” ve sonuçta da ideolojik değişim geçirdi.

    Ancak son süreçteki suskunluk kah Kürt Hareketi kah Türkiye Halklarının geleceği açısından ciddi manada endişe verici.

   Hatırlar mısınız bilmem ama – üzerinden çok zaman geçti ve Öcalan‘da da değişimler gördük fakat yine de hatırlatalım – Öcalan yakalanmadan önce “Türkiye gibi anti-demokratik bir kocadan boşanıp ABD gibi bir demokratik koca ile birleşmenin” daha mantıklı olacağını ifade etmişti geçmişte. Bu ifadede o günü koşulları için Öcalan – kendileri açısından doğru bir yöntem güdüyordu. ABD Irak’ta idi ve iki ülke ordusu arasında sıkışmak istemiyordu. 

   Yine de bugünlerdeki BDP suskunluğunu farkedince insan acaba demeden edemiyor.

   BDP acaba bu mücadeleyi kazanana göre bir taktik izleme siyaseti mi güdüyor demeden edemiyor insan.

   Ancak bunu es geçiyorum şimdilik ve son yıllarda yaşananları, el de edilen kazanımları görmezden geleceklerini sanmıyorum.

   Bunun nedeni olarak da Gezi eylemleri sırasında “ilkesizce” yan yana durdukları bazı faşist odakların Gezi’deki taleplerinden biri aklımıza geliyor. 

   Neydi o faşistlerin talebi?

  “Hükümet istifa etsin, CHP – MHP – İP milli bir hükümet kursun” idi!

   Bunu aklımızda tutalım ve son günlerde yargı eliyle gerçekleştirilen darbedeki “kararlara” bakalım.

   Gülen’in “dileği”ni bir çırpıda Balbay’ı serbest bırakarak ve ardından da 28 Şubat davasındaki herkesi salıvererek gerçekleştiren sözümona bağımsız yargı BDP’li vekiller için ne karar verdi?

   İçerde kalacaklar, dedi!

   Emsal teşkil eden bir karara rağmen “bu darbenin taraflarından biri olan yargı ve temsil ettiği iç-dış mihrakların” Kürt Hareketine karşı tavrı bu.

  Peki bu tavrı destekleyenler kim?

  Cemaatin abileri zaten elde. Diğerleri ise MHP – CHP – İP!

  Ülke zenginliklerini yine bir elitin eline devretmek isteyen her biri birbirinden kafatasçı bu ittifak kazanırsa ne olur?

  Her şey olur da barış olmaz!

  Peki eğer endişelendiğimiz gibi BDP “kazanan tarafa göre taktik belirleme” nedeni ile susuyorsa acaba ne kadar haklılar?

  Ne kadar samimiler barış konusunda?

  Bu sürece müdahil olursak Ak Partiye destek vermiş oluruz demek gibi basit düşünecekler ve sessizlikleri sürecek ve Kürt Halkını tekrar karanlık Türkiye’nin faili meçhullerine, infazlarına ve savaş koridorlarına sürükleyeceklerse eğer tamam sussunlar.

   Eğer “savaş olursa halkla bütünleşir daha da güçleniriz mantığı” geliştirip Kürtler ve Türkler acı çekerken kesif ve aşağılık ölüm ajitasyonu ile Beyaz Türkler gibi bir “Beyaz Kürtler” icad edeceklerse “ABD gibi demokratik bir koca ile” nikahlanabilirler!

  Eğer bu kadere razı gelmeyeceklerse, kan görmek, düşmanlık psikolojisi ile delirmiş iki halk görmek istemiyorlarsa; tekrar OHAL’ler, yakılmış köyler, fakirlik görmek istemiyorlarsa öncelikle Kürt Halkı ve onun özelinde de BDP harekete geçmeli! Küçük siyasi hesaplar yaprak günü kurtarırken geleceği yitirecek hamlelerden kaçınmalı!

  Bu operasyonlarla hepimizin geleceği ipotek altına alınmak isteniyor, uluslararası troyka bu topraklara zulmü getirdiğinde Kürt Türk ayrımı yapmayacak!

  Acımız ortak olacak! Ama suçu birbirimize atacağız! Eski kısır günlerdeki gibi!

  Artık Kürtler susmamalı!

Ne Demiştik?

     Daha önceki yazılarımızda Gülen Company’den CIA ilişkilerinden ve ABD’deki rüşvete dayalı lobi faaliyetlerinden bahsettik. Dün de dolar kuru üzerindeki algı operasyonundan ve aslında neler olduğundan bahsettik. Dolar kuru ile yürütülen Türkiye üzerindeki psikolojik savaşta ekonomik kolda bugün yaşanan gelişmeler bize bir şeyi daha açık anlama fırsatı verdi.

     Keşke bu şekilde olmasaydı ama…

     Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimi ile Merkezi Irak devleti Irak petrollerinin Türkiye üzerinden çıkış yapmasında anlaştı. Fakat Erbil Halkbankasını isterken, Bağdat yönetimi ABD merkez bankası FED’i istedi. Kuzey Irak yönetimi de buna onay verdi.

    2008’den bu yana büyük bir ekonomik kriz yaşayan ABD bu gelişme ile Şubat ayına ertelediği borçlanma tavanı çıtasını tutturabilecek duruma geldi. Ülkemizdeki hainlerin ise asıl dertleri bu gelişme ile tescillendi. 

    Şimdi bugünü kurtarırken ileriye dönük olarak da tavır geliştirmemiz ve düşünmemiz gerekecek. Kur, borsa ve faizler bu sarsıntının dalgalanmaları ile bir süre yerine oturmayacaktır. İçerdeki hainler de bu yankıları muhalefet etmek için kullanmaya devam edecektir.

    Peki bugün itibari ile hainlerin ülkemize verdiği zarar ne?

   Tüm kolları işin içine kattığımızda yaklaşık 10 günde tahmin edilen en kısa vadelerle toplam kayıp 200 Milyar $ civarında. 

   Şimdi bu yaygaranın asıl nedenini anlamayan varsa en yakın hastaneye gidip beynini aldırsın!

Dolar’da Algı Savaşları! – Dikkatli Olmazsak Kendi Kuyumuzu Kazarız! –

 

GİRİŞ :

Türkiye’de pek çok olay oluyor. Kuşkusuz hepsi birbiri ile ilişkili. Büyük bir abluka altındayız. Hem içerden hem dışardan. Siyasi ve sosyolojik ve tam anlamıyla ihanetle ilgili olaylara odaklandık. Bu odaklanma sırasında ise ara ara “ekonomik olarak gidişata” da şöyle bir baktık geçtik.

Lakin ekonomik alanın tozunu almak yetmiyor. Çünkü “bu abluka içerdeki belirli güçler aracılığı ile Türkiye’nin gelişen ve etki merkezi haline gelen ekonomisini önce durdurmak sonra da geriletmek amacı” güdüyor.

Bu bakımdan son günlerdeki veryansınlara değinmekte yarar var.

Herkes “dolar yükseliyor, borsa düşüyor” diyor ve göbek bağını “troykanın tetikçileri ile gerçekleşen operasyona” bağlıyor.

Bu konuda bu tavrı “entelektüel bir marifetle analiz yaptığımızı sanarak” geliştirmek maalesef herkesin ahkam kestiği “bu bir algı savaşı, psikolojik harp” gerçekliğinde “karşı tarafın değirmenine su taşımak” anlamına geliyor.

Doların yükselişi neye bağlı o zaman denebilir bunun ardından.

Açıklamaya çalışalım.

 

1 Dolar :

FED ( Amerikan Merkez Bankası  ) 2013 yılında zorlu bir sene geçirdi. Hatırlayacağınız gibi Eylül ve Ekim ayları sürecinde ABD’de bazı kamu kurumları “geçici süre kapatıldı”. Bu kapatılmanın ardında ise ABD kongresinin bir türlü bütçeyi çıkaramaması geliyordu. ABD bütçeyi neden çıkaramamıştı? Borçlanma faizlerinde uzlaşma sağlanamadığı için.

ABD bütçesi 2013 yılında bütçe açığını % 6 küçülterek açığı % 7 seviyesine geri çekti. Ne var ki bu ABD bütçesinin yine de reel olarak “iş görebileceğine kanıt değildi.” Çünkü dolar Euro bölgesinde yüksek borçlanma faizleri ile ezilmiş ABD de borçlanma kotasının % 100’ünü kullanmıştı.

Hali hazırda 2012 yılının son çeyreğinden bu yana varlık alımlarını azaltan ABD bu politika ile bütçeyi kotarmayı başarsa da reel enflasyonu tarihinde ilk defa ensesinde hissetmişti.

Tüm bu vakaların üzerine küresel ölçekte gerçekleşen ekonomik-siyasi dönüşümler de ABD’yi hem likidite hem de reel alanda zora soktu. 2008-2009 krizinin en büyük yara alan ülkesi olan ABD dolar prestijini korumak için “anakara dışı yatırımları teşvik ve/veya güçlendirme politikası izleyerek ülke içindeki parasal şişkinliğin ve balon yatırımların ‘dışa aktarılması’” siyasetini kontrollü şekilde uyguladı.

22 Mayıs 2013 tarihinde FED’in açıklamaları da bu yönde idi. Bu gelişmekte olan ekonomiler için hemen açıklama ertesinde bir “düşüş” olarak tepkileri toplarken Türkiye bu “düşüş eğilimi gösteren ülkelerin dışında” kaldı.

Bu kendini toplamak için acele etmesinin asıl nedeni olan “yeniden düzenlenen enerji ve Pazar savaşları sahasında” ABD’nin “hiç istemediği” bir durumdu. Türkiye’nin de düşüş ve teslimiyet eğilimi göstermesi gerekiyordu ABD’ye göre. Ama olmadı.

 

2 Dolar

2 Ekim 2013 günü ABD başkanı Obama Cnbc’de bir ekonomi programına katıldı. Bütçe krizinin tavan yaptığı ve kongre içinde de temsilciler meclisinde de Obama için gitmesi gerektiği sözleri edilmeye başlanmıştı. Obama bu programı bir “fırsat” haline getirdi.

Katıldığı programda Obama bütçe krizinin gerçekten büyük bir tehdit olduğunu söyledikten sonra ekledi  : Wall Street (WS) korkmalı! Obama bu “toparlayacı tehditten” sonra Ekim 17 tarihi için temerrüt riski oluşabileceğine dikkat çekti.

Böylesi bir riskin uzun vadede Amerikan ekonomisinin borçlanma faizlerinin yüksek değerlere taşınması ve iç piyasada alım faktörlerinin en büyük gider kalemi olacağı anlamına geliyordu. Tüm bunlarsa ABD’nin tarihinin en büyük mali krizine girmesi demekti.  Krizin temel sorunu ise gerçekte varolmayan bir “akışın ortaya çıkardığı balon varlıklar”dan oluşmuş olması ve nasıl giderileceği idi.

Bu açıklama ile WS ertesi günü bir tepki ile % – 0.39 puanla yani % 0.90’lık bir eksi ile kapattı. SP500 ise % 0.07’lik bir eksi ile kapattı.

Ne var ki İstanbul BIST bu açıklamadan sonraki gün “yabancıların satışları ile borsadan çekilme eğilimi” ile % 1.71’lik eksi ile kapandı.

Yine de Ak Parti hükümetinin uyguladığı “psikolojik yaklaşım” ile bu eksi seviyesi kısa sürede sorun olmaktan çıktı. Neydi bu psikolojik yaklaşım : ABD bütçe krizi nedeniyle kapatılan kamu kurumları ABD tpolam harcamalarını düşürecek ve bu durum uzadıkça da dolar prestiji Türkiye lehine borsayı eski ivmesine sokacak.

Bu yaklaşımın ardında elbette ki Kuzey Irak petrollerine yapılacak olan yatırımın da etkisi büyüktü.  Obama’nın açıklaması ise neden “toparlayıcı bir tehdit”ti. Obama bu açıklama ile WS’nin vereceği tepkinin derinliğini öngördü veya görmedi ancak şunu kesin olarak biliyordu : Bu açıklama ile Euro ve diğer bölge borsalarındaki dolar endeksli satışlar ile dünya üzerindeki dolar tekrar ABD’ye dönecek bu da kamu harcamalarında ve piyasa harcamalarındaki durağanlığı örtecekti. Enflasyon ise bu geri dönüşten böylece etkilenmeyecekti. Plan bir manada işe de yaradı.

Yine de ABD’nin bu ekonomik oyunla ermeyi planladığı siyasi çerçeve yerine oturmadı. Fakat ABD’nin siyasi çerçeve için pek vakti yoktu. Ta ki 17 Ekim “uzlaşmasına kadar.”

 

3 Dolar

17 Ekim’de ABD kongresi “borç tavanının 2014 Şubat’a kadar askıya alma” kararı aldı. Bu ABD’yi 2014 Şubat’ına kadar “eski gücüne yakın” hale getirecekti. Obama’nın da açıklamaları ile reel alan güncellenmişti ne de olsa.

Tüm bu gelişmeler olurken FED’in tahvil düşürme kararı da hemen ertesinde bekleniyordu. Ama FED kesin bir açıklama yapmaktan kaçındı. Bunu piyasaları kendi haline bırakmak olarak maskeledi. Lakin hesaplar başka idi.

İran’la yapılan görüşmeler psikolojik olumlu bir hava estirse de ABD siyasi yelpazesinin asıl gözü ekonomide idi. Halkbankası ABD ekonomisinin belini büken bir “global mali güç” haline gelip birçok ülkenin gelirlerini kullanma ve yatırıma çevirme yetkisini elinde tutuyordu. Kaynakları ve akışı hariç 25 Milyar $ gibi devasa bir güce de erişen Halkbankası FED’in ve böylece ABD’nin en büyük ekonomik rakibi haline gelmişti.

ABD ekonomisi düşük standartlı faiz oranlarını tekrar düzenlemek için işsizlik oranlarını beklerken başına bela olan enflasyon nedeni ile karar almakta zorlanıyordu. FED yönetimi kendi arasında uyumsuzluk yaşarken dünyanın hiçbir yatırımcısı FED’i garantör olarak gösterip parasını burada değerlendirmek istemiyordu. Çünkü kulislerden “FED yatırım yönetimini tahvil borçlanması ile regüle edecek” söylentileri sızmıştı. Yatırımcılar paralarının ABD’deki varlık balonun giderilmesi ve reel olmayan ve faiz oranlarında netlik bulunmayan ABD tahvilleri ile paralarının reel yatırım alanından uzaklaşmasını istemiyordu.

Tüm bunlar olurken Euro bölgesinde oluşan borç yükü de ABD ekonomisini sıkıştırıyordu.  FED Aralık ayının ortasına kadar ki tüm açıklamalarında tahvil alımında bir indirimi net olarak öngörmedi.  FED bütçesi 2008 yılındaki krizde 900 Milyar Dolar iken  2013 FED bütçesi 400 Milyar Dolar olarak kaldı. Bu bile tek başına varlık balonuna rağmen FED’in ince kırmızı bir hatta bulunduğunu gösteriyordu ve kimse FED’ten tahvil düşürmeyi beklemiyordu.

Ne var ki 21 Aralık tarihinde FED, Obama’nın çıkışından sonraki en riskli adımı attı ve tahvil indirimine gitti. Bunda etkili olan birkaç neden vardı. Bunlardan biri enerji maliyesi diğeri ise borsa üzerinden reel bir toparlanma hedefiydi. İndirimin yapılma eşiği Halkbankası operasyonu ile “birleştirilmiş” olsa da doların yükselmesi sadece operasyona bağlı bir durum değil.

ABD İran ile olan ilişkilerini iyileştirme çabasında olmasına rağmen ambargo altındaki İran ile doğrudan ticaret yahut mali yatırım anlaşması yapamayacaktı. Yine de İran gibi Japonya havzasına bile petrol ve petrol ürünleri satan ve sadece bu Pazar üzerindeki mali gücü 100 Milyar $ olan İran’ın yatırımlarını istiyordu. Diğer yandan Rusya ile SWAP anlaşması imzalayan Türkiye piyasasındaki doların fiziki akış yönünün AB havzası olarak değişme riski de ABD ve FED’i endişelendiriyordu. Daha önce farklı bahaneler ile başlayan ve 17 Aralık’ta bu endişe, kaygı ve isteklerle büyük bir ablukaya-darbeye dönüşen ortamda FED’in bölgesel endişelerini gidermek için piskolojik ortam sağlanmıştı. FED darbe girişimi sürecinden 4 gün sonra 21 Aralık’ta yaptığı okumalarla tahvil indirimine gitti ve ABD piyasasındaki varlık balonunu Türkiye üzerinden by-pass etme yoluna girişti. FED’in para ajanı ve CIA ekonomi masası elemanı Cohen’in ülkemize gelip para babası bankacılara “ para politikalarını sıkı tutmaları” konusundaki öğüdü de bu by-pass’ın ve Türkiye’nin ekonomik etki alanını daraltma çalışmasıdır.

Enerji, İran mali gücü ana hedef iken Türkiye – Rusya SWAP anlaşması ile önce (normal şartlarda ) Türkiye’de düşüşü beklenen dolarla yükselen bir BIST sonra da Euro bölgesine fiziki akışı gerçekleşecek olan ön asya dolar havuzunun hem AB hem de ABD’de ortaya çıkaracağı ekonomik sıkıntı Halkbankası operasyonu ile engellenmeye çalışılıyor.

Bunun piyasada bir etki oluşturacağı kesin olmakla beraber FED tahvil indiriminin küresel ölçekte oluşturduğu dolar bazında yükselmeden izole edilmesi yanlıştır. FED açıklaması ile de dolar en çok bu kadar yükselirdi diyen AB’li uzmanlar ve analistler dikkate alınınca “darbe sürecinin algı savaşında doları operasyona endekslemek kendi kuyumuzu kazmaktır”!

ABD ekonomisi zaten zor zamanlar yaşıyor ve çıkış yolları için “doldur boşalt” bir politika izliyor. Yapılan tahvil indiriminin direk Halkbank operasyonu ile ilgili olmasa da “maskenin” bu olduğunu belirttik. Türkiye ekonomisinin gücü de bu süreçte kanıtlanmış oldu. Hem FED tahvil indirimi ve düzenleme çalışmaları hem de 17 Aralık darbe operasyonu sürecine rağmen dolar durumu bize “Türkiye’nin ne kadar yol aldığını gösterir!”

Algı savaşında buna dikkat edelim!

Bu tuzağa düşmeyelim!